Geri Dön

Âyîn-i Nigîn-i Şehinşâhî (Şehinşahlık Mührü Geleneği)

Nimet İpek 26.04.2022

[İşbu metin Ekber Şah’ın veziri Ebu’l-Fazl el-Allâmî’nin Ekbernâme’sinin, Âyîn-i Ekberî adını taşıyan ve hükümdarın koyduğu kanun ve nizamları ihtiva eden III. cildinin, “Âyîn-i Nigîn-i Şehinşâhî” (Şehinşahlık Mührü Geleneği) isimli 20. kısmının Farsça’dan Türkçe’ye tercümesidir.] *

 

 

Ferman buyrulur ki saltanatın her üç rüknü, her zümrenin zaruri her eyleminde bile onunla (mühür) değer kazandı. Saltanatının ilk dönemlerinde Hakkâk Mevlânâ Maksûd bir mühür hakketti. Mührün çelik yüzeyi üzerine onun değerli ismini, Timur’a kadar olan atalarının kıymetli isimleri ile birlikte rikâ‘ hattıyla işledi. Sonra ikinci bir mühürde sadece onun yüce ismini nesta‘lîk hattı ile hakketti.  Arzlara müteallik diğer her şey için ise yarım daire formunda başka bir mühür kazıdı. O kutsal ismin etrafına da aşağıdaki şu beyit nakşedilmiştir:

 

Doğruluk Allah’ın rızasını kazanmayı gerektirir
Doğru yolda kaybolan kimse görmedim

 

راستی موجب رضای خداست  
کس ندیدم که گم شد از ره راست

 

Daha sonra Temkîn-i Kâbilî yeniden ikinci bir mühür yaptı. Ondan sonra ise Mevlânâ Ali Ahmed-i Dihlevî biri büyük diğeri küçük olmak üzere iki mühür kazıdı. Ûzek diye isimlendirilen küçüğü fermanları mühürlemek için kullanılmıştır. Üzerinde atalarının isimleri de yazılı olan büyük mühür ise yabancı sultanlara gönderilen mektuplar üzerinde kullanıldı. Bu mühürlerin ikisi de hala günümüzde kullanılmaktadır. Diğer yazılar/baskılar için de üzerinde Allâhu Ekber Celle Celâluhû (الله اکبر جل جلا له) yazılı kare bir mühür kullanılmıştır. Harem ile ilgili işler için ise özel bir mühür kullanılmıştır. Fermanları mühürlemek için ise üzerinde pek çok süslemeleri olan ayrı bir mühür kazınmıştır.

 

Mevlânâ Maksûd-i Herevî, cennet aşığı bir zat idi. Rikâ‘ ve nesta‘lîk (hattını) çok iyi işlerdi. Usturlab, küre ve usturlab çeşidi birkaç mustarîyi öyle bir yapardı ki bu sanat harikasını görenlerin ağzı açık kalırdı. Ve şehinşahlık (makamına olan) teveccühünden dolayı kusursuz bir el işçiliği elde etti ve kendine özgü eşsiz bir üslup oluşturdu.

 

Temkîn-i Kâbilî, Kabil’de neşvünemâ buldu. Bu sanat onun elinde öyle bir seviyeye ulaştı ki en mâhir sanatkârlar bile kıskançlığa düştü, nesta‘lîki ondan öğrenir oldular.

 

Mîr Dost-ı Kâbilî, akiki rikâ‘ ve nesta‘lîk ile süsledi. Yukarıdaki isimler kadar olamasa da kendi rikâ‘sı nesta‘lîkinden daha çok beğenilir.

 

Mevlânâ İbrahim, akik işlemede kardeşi Şeref-i Yezdî’nin talebesidir. Fakat mühür kazıma işi eskiden beri ustalık gerektiren bir sanattır ve o da rikâ‘ ve nesta‘lîk hatlarında hat üstatlarından geri kalmamıştır. Sultanların kıymetli yakutlarından birisinin üzerinde yazan La‘l-i Celâlî (لعل جلالي) onun süslemesidir.

 

Mevlânâ Ali Ahmed-i Dihlevî çelik üzerine işleme konusunda rakipsizdi. Hattatlar onu bu sanatta zamanının eşsiz sanatçısı bildiler. Ta‘lîkten başka diğer hatları üst seviyeye ulaşmıştı ve nesta‘lîki gönlü mest ederdi. Bu sanatı kendi babası Şeyh Hüseyin’den öğrenmiştir. Mevlânâ Maksûd’un açtığı yolu genişletmiş ve bu yolda herkese öncülük etmiştir.**

 

[Kapak görseli R. Montgomery Martin’in The History of the Indian Empire (1870ler) isimli eserinin 3. cildinden alınmıştır.] 

 



* Yardımları için Dr. Öğr. Üyesi Gökhan Gökmen’e teşekkür ederiz.

 

** Nimet İpek, Yazma Eser Uzmanı, Sabancı Üniversitesi Tarih bölümü doktora öğrencisi.

Yukarı Çık